2012/09/27

Yapılacaklar şeysi


- Bu aralar yapacak çok şey, yazacak az şey var. Mesela yazlıklarla kışlıkların dolapta yer değiştirmesi gibi. Yazsam yazılcak bişey değil, ama yardım etmek isteyen varsa koşsun gelsin zira yapcak çok işimiz var.
Kışlıkların henüz yeni yerlerini alamamasından sebep, ha bide Ankara'nın gündüz eriten akşam titreten dengesiz havalarının da katkısıyla birlikte "elimizde mont, ceket ve hırka, üstümüzde t-shirt, ayağımızda açık ayakkabı, çantamızda yağmur olasılığına karşı kapalı ayakkabı" şeklinde saçma sapan görünümlü insanlar olarak geziyoruz biz burda.


- Aldığımızın henüz birinci ayı dolmadan sıkılmış olmam sebebiyle oturma grubumu değiştirmek istiyorum. Ama modeli değişmesin kumaşı değişsin istiyorum. Tabi bütün bunları koltuk döşemecisi ve kumaş aramadan bi sihirli deynekle zort diye yapmak istiyorum anlıyo musunuz beni? Ama ne zamanki aklımda bu konu olsa, böyle kafamda tatlı tatlı baloncuklarla kumaş seçip kaplattırdığımın hayalini kursam, oturma grubunun üstünden "istiklal alana lcd bedava darısı başına.." diye seslenen Aşkın Nur Yengi çıkıyo karşıma. O an zaten hayattan kompil soğuyosun, nerde kaldı koltuk, nerde kaldı kumaş!


- Önümüz kış, yiycez içcez, yatcaz kalkcaz. Nası olsa kalın giyiyoruz, bide üst üste giyme modası çıktı. Simitlere ve semerlere özgürlük dönemi başladı. Ama yoook bu kez tedbirli olcam. "Bi orta boy pizza yeter mi acaba yaaaa" sorunsalından kurtulup bir küçük boy karışıkla yetinmeyi bilicem. Spor salonlarının, beni ayda bir spor yapmak için üye yapmadıklarını buzdolabının üstüne yazıcam, her yemekten sonra bakıcam o kağıda. O da bişey sonuçta.


- Bundan yıllaaar yıllar önce, yine bir pis boğazlılık çalışması sırasında, tam da patates kızartmasını ağzıma atacakken, kızartmanın kıtır kıtır olmasının verdiği yanıltıcılıkla beraber çatalı sertçe ısırmış, ön dişlerimden birini azcık kırmıştım. Patatese ne mi oldu? tabiki yiyemedim. Çatalı ısırdıktan sonra dişlerde oluşan o metalimsi gıcık hissiyatı herkes biliyo diimi? o zaman niye soruyosunuzki. 
Peki ben bunu neden anlatıyorum. Akılsız baş mı dersiniz, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir mi dersiniz, ordan kendim ettim kendim bulduma mı bağlarsınız orasını bilemem, bi baktımki patates kızartması yerken çatalı sertçe ısırıp dişlerimi kamaştırma işi bende alışkanlığa dönüşmüş. Ön dişimi daha fazla kırıp hüsniye teyzeye bağlamadan ya kızartmayı hayatımdan çıkarmam yada o dişi yaptırmam lazım.















Bu tarz çok mühim şeyler var işte yapmam gereken. Hayat bazen çok zormuş valla da.

Peki senin bu kış planın ne? Domatesler biberler buzdolabı poşetlerine doldurulup dondurucuya yerleştirildi mi? Kışlıklar alfabetik sıraya göre katlandı mı? Alper tunga öldü mü ıssız acun kaldı mu?
Hadi hepsini geçtim, bikere bile bu pazartesi kesin başlıyorum diyeti yapmıycak mısın yoksa? yok artık!

Elbise: Çayyolu pazarı
Sandalet: Zara
Gözlük: Marc By Marc Jacobs
Clutch: Koton
Kolye: H&M
Bileklikler: H&M, LWC by AhuAtesel
Mekan: Kalkan Marina


2012/09/20

Bişey diycektim aslında.


Uzun yollarda, hele hele otobüs gibi oldukça kozmopolitan bi ulaşım aracı kullanıyosanız, üstüne bide saatlerce sürecek bi yolculuk sizi bekliyosa, yanınızdaki teyzeyle siz istemeseniz de kanka olacağınızı, arkadaki amcanın horultusu gurultusu ve aklınıza gelebilecek her türlü(!) sesine maruz kalacağınızı, topkek ve çiziyi bir daha görmek istemeyeceğinizi, bebek viyaklamalarından hiç olmadığı kadar tiksineceğinizi, eğer yanınızda koklayacak güzel bişeyiniz yoksa "bizim çocuğu yol tutuyo da" cümlesinin devamında bütün otobüse hakim olan kusmuk kokusunu iliklerinize kadar soluyacağınızı da kabul etmişsiniz demektir. 
Ben en iyi firmayım diyen, uçak bileti fiyatına otobüs bileti kesen firmalar da dahil hepsinde ortalama olarak bu tarz bi ahval ve şerait içinde bulursunuz kendinizi. Ben söyliyim de..
Aslında bu tarz toplu taşıma durumları sadece bizde değil bütün dünya ülkelerinde aşağı yukarı böyle. Ama tabi bizim mutlaka farkımızı ortaya koymamız gerekiyo her konuda olduğu gibi. Türküz sonuçta, kanımız kaynar, susamayız, kendimizi tutamayız.

2012/09/14

Dalları bastı kiraz


Gel bana biraz biraz şarkısı dilinize dolandıysa tamamdır, şimdi devam edebilirsiniz.












Patara'nın leş gibi sıcağında güneş gözlüğü takmayınca hemen küçük emraha bağlamışım. Ama gerektiğinde sazımı elime alıp tellerine vurabilecek kadar küçük ceylan da olurum yani. Hiç sorun değil.




Ama şimdi esas konumuza dönelim. Tabiki de bugünün konusu açık ara farkla kiraz! Ya ne sanmıştın sayın seyirci?
Gülgiller familyasından gelen, hem lezzetli, hem ilaç gibi, hem de kıpkırmızı bi meyvedir o.
Öyleki, yaprağı, çiçeği, kökü, sapı, kabuğu, herbişeyi ayrı işe yarayan, boyundan büyük işler yapabilen bi arkadaş kendisi. Eczanelerde fellik fellik idrar söktürücü aramak yerine 1 kilo kirazı oturup yiyosun - ki zaten kirazın başına oturunca, hele bide soğuksa 1 kilo garanti yiyosun, sonra da sökülsün idrar, gelsin ishal:P
Hatta bir rivayete göre kiraz demişki: "beni yiyen sapım gibi olur(zayıflar babında:P), keşke arkamdan dut gelmese"
Daha fazla boka bulamadan ve hanımteyzeler gibi sizi özlüsözlere boğmadan, kaldığımız yerden konumuza devam edecek olursak,

Romalılar, zamanında Giresun civarlarında bulmuş bunu, Kerasus adını vermişler. Tabi bizimkiler durur mu, hemen Kerasusu devşirip Giresun yapmışlar. Gerçi ben bu hikayeye pek güvenemiyorum. Bizim karadenizlilerin ruh hali hiç belli olmaz, kimbilir ne geldi de akıllarına Giresun koydular adını. Bu konu ayrı bi tez konusu olabilir.
Peki dünyada en çok kiraz üreten ülke olduğumuzu ve hatta bazı ülkelerde üretim yoğunluğu azaldığı durumlarda elimizdekilerin çoğunu ihraç edip, kalanların da değerinin 3 katına bize satıldığını biliyo muydunuz?

Japonlarda güzelliğin simgesiymiş, Çinlilerde ölümsüzlüğün. Hatta adamlar bunu o kadar ciddiye alırmışki, kapılarına kiraz dalı asarlarmış. Kötü ruhlardan ve olumsuzluklardan koruyacağına inanırlarmış.
Biz de, bi kerede kulağımıza en fazla kaç tane kiraz takabilirizin derdindeyiz.

Annanemler zamanında, yani takvim değerlerinin henüz kâle alınmadığı zamanlarda doğum tarihlerinin gün-ay-yıl şeklinde değil de, ortalama bi hesapla meyve zamanları üzerinden belirlenmesine en büyük katkısı olan meyvelerden biridir. Kiraz zamanında doğmuşum ordan biliyorum. Bide orak zamanı var, ona çok gülüyorum:)

Ha bide unutmadan şunu da söyliyim, vaktiniz ve varsa dondurulmuş kirazınız varsa çıkarın buzluktan da deneyin. Karpuzu yedikten sonra üstüne kiraz yediğinizde ikisinin de tadı kalmıyomuş ağzınızda. Yani sanki karpuz yada kiraz değil de sanki kağıt yemişsiniz gibi oluyomuş. Denemedim ama deneyen olursa ve sonuçlarını bizle paylaşırsa sevinirim. Çok önemli bi konu sonuçta! Bakın biz de bi isveçli bilimadamları kadar olmasak bile kendi çapımızda bişeyler yapıyoruz. Öyle boş değiliz yani.

Evet bunlar da böyle okumalık bilgilerdi. Yiyosunuz, suyunu içiyosunuz, kulagınıza takıyosunuz, ama hiç "bu ne işe yarar iki bakiyim öğreniyim" yok. Paylaşiyim dedim ben de.

Kirazlı mayo: Kyo
Etek: Zara
Bileklikler: H&M
Mekan: Patara Antik Kenti içindeki Likya Birliği Meclisi. Bu Meclis dünyanın ilk demokratik meclisidir. Hadi yine iyisiniz, giderayak genel kültür mesajımı da verdim:P Yukardaki fotoğraflarda meclisin tam ortasındaki kocaman taş koltuğa oturma sebebim de, 23 Nisan'da çocukların başbakan koltuğuna oturma sebebiyle aynıdır:P

ekstra açıklamaya gerek görülmüş not: içinde deniz olan fotoğraflar Kekova batık şehrine giderken çekildi. o da ayrı bi post olsun da iyice kafanız karışmasın şimdi:)

2012/09/11

Hayalet


Tüllü allı pullu olan şeylere karşı kız çocuklarındaki içgüdüsel zaafı tartışmaya gerek yok. 
Nasılki erkek çocukları elindeki oyuncak ayısını bile araba gibi hınnn hınn diye yerde sürmeye çalışıyosa, kız çocuğu da hep bi evcilik tadında oynar oyunlarını. Ya annedir yada kardeşlerine bakan abla. Ama mutlaka yetişkindir. Belki öğretmen yada doktor da olabilir. Asla bi erkek çocuğunun hayal dünyasıyla kıyaslanamayacak kadar olgun bi dünyası vardır, ki zaten öyle doğmuşlardır. Bu onlara ilerde olmaları gereken şey için bi çeşit alıştırmadır.
Tıpkı erkeklerin birer yetişkin haline geldiğinde bile saçma sapan hobiler edinip hala çocuk gibi onlarla uğraşmaları gibi. Onlar ellerine bulaşık süngerini alıp "dışiyııın dışiyınnn" diye ateş etmeye çalışırken, mahallenin kız çocukları bir araya gelip yapraklara çamur yada taş doldurup güya akşam için sarma yapar. 
İşte öylesine anlamsız bi içgüdüyle büyüyoruz. Tıpkı Püre'nin, ayağı daha hiç toprağa değmiş olmamasına rağmen, yemek yedikten sonra güya mamasının üstünü toprakla kapatmaya çalışırcasına fayansları patisiyle eşelemesi gibi :)

İşte bunun gibi bi sebepten olsa gerek, beyaz ve tüllü bişey giydi mi kendini gelin sanır kız çocuğu. Yaşının hiçbir önemi yoktur, kırkında da böyle olacaktır, böyle gelmiş böyle gidecektir.

Ama ben bu elbise içinde kendimi gelinden ziyade köyün hayaleti gibi hissettim o ayrı bi mevzu. Erman'ın "ya bu saçlar sana hiç olmadı sanki" gibi yersiz ve sinir bozucu bi laf etmesi üzerine şekilden şekle giren ve nerdeyse her karede farklı görünen ve beni de artık pek mutlu etmeyen saçlarım da kendimi gelin gibi hissetmemem için diğer bi sebep. 
Neyseki köy güzel, hava güzel, modum güzel, gerisi teferruat ^.^
















Bu aralar paralel evrenden seslendiğim için biraz değişiğim. Yakında normale dönerim. Siz yine arada kontrol edin beni, iki dürtün kendime getirin:)
Öperim bak, bunu da yaparım yani.

Elbise: H&M
Sandalet: Zara
Mekan: Kayaköy - Fethiye


2012/09/10

Yaz bitti herkes dağılabilir.



Yaprakların iyice kızardığı, soğukların abartıp yorgana sardırdığı, güneşin de formaliteden ısıttığı şu günlerde içimden bişeyler yazmak gelmemesini oldukça normal buluyorum ben. Ya siz?
Çünkü sizin o 4-5 ay dediğiniz yaz mevsimini biz allahın ankarasında sadece bir ay yaşıyoruz. Zart diye geliyo, meseleyi zort diye çözüp gidiyo arkadaş. Bi bakıyoruzki yüzümüzde malak bi ifade, üstümüzde kazaklarımız ve ayağımızda çoraplarımızla onu uğurluyoruz.
E sen ne ara gelmiştin de gidiyosunki?
Saç kurutma makinelerini banyo sonrası ısınma aracı olarak kullandığımız günler çok yakın. Aynı şekilde banyoların yanık saç kokusuna maruz kalma günleri de.
Üç günlük tatilde bir senelik güneşi sömürüp, şekilden şekle girerek yakmaya çalıştığın bütün vücudunun patates gibi soyulacağı ve ekim gelmeden taze kabağa bağlayacağın günler de kapıda.

Tamam yaaa öyle hemen üzülme. Sonbahar ve kış da fena değildir. 
Herkes alabildiği kadar Akasya durağı almış ve Doktorlar sayesinde kendi ameliyatını kendi yapabileceği seviyeye gelmiştir. Artık tatildeki bütün saçma sapan diziler(Muhteşem yüzyıl hariç:P) yeni yayın dönemine girebilirdir. 

Yapraklar kızarır, ki kızaran yapraklar biz bloggerların temel yapıtaşlarından biridir:) Fonda onlar varken daha bi güvendeyizdir. Kızarmış yaprağa basıp da ayakkabısının fotoğrafını çekmeyen blogger bizden değildir, o derece.
Sonra bunun karı var kışı var. Çatlayana kadar yiyip, şiştiğini belli etmeyecek kadar kat kat kıyafet giyilebilir olması da cabası. 

Buz pistine dönen ankara sokaklarıyla aramı iyi tuttuğum ve kar maskemi taktığım sürece kıştan bile zevk alabilirim nerdeyse. Allahım nası mutluyum!













Hadi bana yumuşak, mis kokulu, sıcacık sebepler söyleyin yazın gidişine sevinmem için. E hadiiii bekliyorum -.-

Bluz: Twist
Şort: Stradivarius
Ceket: Mango
Çanta: H&M