2012/10/31

Kutlu 1000 Hediyesi!

Belki farketmişsinizdir, blogumda reklam ve çekiliş gibi işlere hiç girmedim şimdiye kadar. Aslında bi yanım çok istedi hediyeler vermek, diğer yanım dediki "yok canım olmaz, herkesin zevkini bilemezsin, otur oturduğun yerde". Hal böyle olunca, ben de anca bişeyler yazdım bloguma. Paylaştığım tek şey fotoğraflarım ve abuk subuk konulu yazılarım oldu. Ama siz hep sevdiniz beni de yazılarımı da fotoğraflarımı da.
Sonra bi baktım 1000 kişi olmuşuz. Tamam bu kalabalığın belki sadece otuz kişilik bi kısmıyla diyalog kuruyorumdur, ama bu rakam göz ardı edilemeyecek kadar güzel bi rakamdı. 


Bloguma ilk yazı yazdığım günü hatırlıyorum. Sadece 3 takipçim vardı: ben, Erman ve kardeşim:) Düşün yani o seviye. Gel zaman git zaman sayımız arttı. Nerden baksan bi kasaba kadar olduk. Bi kokteyl yapıp hepinizi oraya davet etmek isterdim ama takdir edersinizki 1000 kişiyi ağırlamam için bana en az birer çeyrek takmanız gerekirdi:P
Sonra düşündüm, bişey yapmalıyım ama ne? 
Derken Erman'ın, hani hepinizin bildiği, fotoğraflarını severek takip ettiğiniz biricik kameramanım cevat kellemin fikri geldi:

1000 takipçin olduğu zaman, aralarından bir kişiye 2 saatlik fotoğraf çekimi yapayım dedi.
"Kişisel çekim olur, 
eşinizle/sevgilinizle çift çekimi olur, 
bi kot bi t-shirtle günlük bi çekim de olur,
gelinlik damatlıkla düğün öncesi çekimi de olur,
hatta kucağına bebeğini alıp beni bebişimle çek bile diyebilir" dedi:)

Ama şöyle küçük bir detayımız var, Ankara'da yaşıyor olmamız sebebiyle bu çekimler yalnızca Ankara'da yapılıyor olacak ve her iki taraf için de uygun olan bir zamanda gerçekleştirilecek. 2013 yılının sonuna kadar geçerli olacak bu hediyemiz.
Ankara veya yakınlarında yaşayanlar, bi ara bu tarafa gelmeyi düşünenler ya da burada yaşayan bir yakınına hediye etmek isteyenler için keyifli bi seçenek olur diye düşündük.

Çekilişe katılmak için blogumu takip edin, twitter'dan paylaşın, 5 kere takla atın gibi şeylere girmiycem, sizin paylaşımcı kişiliğinize bırakıyorum bu konuyu:) 
Yalnızca, bu postun altına yorum olarak mail adresinizi bırakmanız yeterli.
Tabi Erman'ın facebook sayfasını şurdan beğenirseniz de güzel olabilir :)
Bide tarih verelim, 20 Kasım diyelim, en geç o tarihe kadar herkes katılsın. 
Bu haberi duymayanlara da duyurursak daha çok arkadaşımıza şans tanımış oluruz diimi canlarım benim:) 













Hepinize, yani bininize de tek tek teşekkür ediyorum bıkmadan sıkılmadan yanımda olduğunuz, yazılarımı tıpkı benim yazarken yaşadığım heyecanla ve keyifle okuduğunuz, bloguma biraz ara versem merak edip ortalığı birbirine kattığınız, olumlu olumsuz her türlü yorumunuzla bana en güzel heyecanları yaşattığınız için.. 

Şimdi, serçe parmaklar hazırsa yeri gelmişken bi halay çekelim de ortalığı inletelim derim, ne dersiniz :)

2012/10/23

Gülün bakiyim



Çocukken herkesin kardeşiyle yada arkadaşıyla gülme krizine girdiği, bu krizlerin ebeveynleri delirttiği, en olmadık anlarda ortaya çıkan ve özellikle de yasak olduğu bilindiği durumlarda volümü yükselen bu gülme krizlerinin bizi ne zor durumlara soktuğu olmuştur. Hayır hayır hiç kıvırmayın, biliyorum hepiniz güldünüz bi şekilde, babanızın kafasındaki iplik parçasına yada süt içerken dilinizin yanmasına yada incir yedikten sonra yapış yapış olan ellerinizi birbirinizin yüzüne sürmelerinize. Yani mutlaka abuk subuk şeyleriniz oldu sizin de gülmek için.
Kız kısmısı gülmez,
ayyyy çok güldük bugün, başımıza bişey gelmese bari,
şşşşş herkes bize bakıyo az sessiz gülsene yeeaaa
gibi saçma sapanlıkların etrafımızı sardığı bi dünyada büyümemize rağmen biz ota boka herşeye gülmeye devam ettik.
Ama ne zamanki büyüdük, zamanında bize çok kikirdediğimizde çimdik atan insanlara döndük. Mahalle baskısı diye bişey öğrendik. Sesli gülmek ayıp oldu, hele bide diş göstererek gülüyosan yollu bile olabilirsin, durum o kadar vahim yani!

Elin budisti kalkıp tedavi amaçlı gülme meditasyonları yapar, gülmenin bi yaşam biçimi haline gelmesi için adamlar orda kıçlarını yırtar,
biz hala bugün çok güldük, kesin bişey olcak derdindeyiz..
Halbuki gülünce serotonin salgılarız. Yani bir dakikalık kahkaha = on dakika kürek çekmek
Gülerken ortaya çıkan endorfinlerin romatizma, kas spazmı gibi ağrıları hafiflettiği de bilimsel olarak kanıtlanmış.
Solunum sistemimiz güçleniyo ve vücudumuza daha fazla oksijen giriyo. Tabi bunun için gerine gerine gülmek lazım. Eliyle ağzını kapatıp kıs kıs gülenleri almıyoruz bu gruba. Onları, katıla katıla gülme seanslarına yolluyoruz budistlerin yanına. Adamlar her gün elele tutuşup önce az sesli gülerek başlıyolar tedavi dedikleri bu seansa, sonra ses giderek artıyo ve herkes yerlere yatarak gülmeye başlıyo. 
E zaten kahkaha bulaşıcı bişeydir. Hiç gülesi olmayan adamın bile gülesi gelir yanında birisi katılarak gülerken:)

















  




Demekki neymiş,
yok gülünce gözlerimin kenarı buruşuyo,
yok ben çok çirkin oluyorum,
aman yanaklarım sarkıyo bilmem ne gibi bahanelerle, hali hazırda ağzımıza kadar gelmiş kahkahayı geri göndermiyomuşuz. Basıyomuşuz en seslisinden. 
Tabi herkes kahkaha atamayabiliyo, misal ben. Şebelek gibi sürekli gülen bi suratım olmasına rağmen malesefki bi Sebahat abla kahkahasına sahip değilim. Onun yerine ııhıhıhıh, kihkihkih gibi kendi çapımda gülüşlerim var. Olsun o da yetiyo bana. Neticede karın kası yapıyo mu? yapıyo, mutlu oluyo muyum? oluyorum. Gerisi tırt!

Öperim hepinizi bayram şekerlerim benim. 
Bu bayram bol gülmeli komikli şakalı olsun herkese. Yüzünüz kırış kırış olsun, o derece :)

Çok önemli bi dipnot: Gülmek gibi gülümsemek de işe yarıyo, onu da yapabilirsiniz. Ben gülemiyorum diyenler bide gülümsemeyi denesin, sonuçları paylaşsın benle:P

Sweat: Energie
Jean: Mango (Ben yırttım her yerini:P)
Ayakkabı: Yargıcı
Gözlük: Marc By Marc Jacobs
Saat: Emporio Armani

2012/10/18

Eti senin kemiği benim olsun.


Leopar deseni görünce aklıma ilk gelen isim Banu Alkan. Banu Alkan diyince de aklıma gelen tek şey 90-60-90. Onun zamanında ölçü birimleri mi farklıydı, nasıl oldu bilmiyorum ama bu kadın hiçbir zaman, değil 60 santim, 90 santimlik bel kıvrımına bile sahip olmuş olamaz. Ama o dönemler niyeyse balık et makbul, ne kadar butluysan o kadar iyi, Banu da haliyle seksilik rekorları kırıyo. 
Günümüzde 90-60-90 demek incecik bi bel demek, minik bi toto demek. Burda Banu Alkan'ı üzerinde çarpı işareti olan "tehlikeli madde" olarak düşünebilirsiniz. Kim çıkardıysa bu etliden kemikliye geçiş modasını, kabak hepimize patladı!



Bu aralar kilo alma, verme, yağlarla arada duygusal bi bağ kurma, spor yapmaya üşenme ve bunun gibi daha biçok şeyden muzdaribim. Ve evet eski türkçe kullanmayı çok seviyorum.
Psikolojik midir, sosyolojik midir, psişik midir ne halttır bilmiyorum ama, bu yediğine içtiğine dikkat etme olayı hakkaten işe yarıyo yada bana öyle geliyo. Mesela günlerce tam tahıllı buğday ekmeği diye bildiğin ekşi mayalı köy ekmeği yemişim. Ama nasıl lezzetli, nasıl güzel. Pasta gibi yiyosun bikerede bikaç dilimi. Ki bu durum, benim gibi yemekten çok ekmek yiyenler için oldukça sakıncalı bi durumdur. Ben de güya sağlıklı besleniyorum diye seviniyorum filan..
Gel görki sayın seyirci, ben o ekmeği yediğim haftanın sonunda 1 kilo verdim. Tabi bunda öküz gibi yemeyi bırakıp dozunda yiyip sofradan kalkmaya özen göstermiş olmamın da etkisi olabilir.
Amaaaa, nezamanki kendimi ödüllendircem hesabı bikaç porsiyon kebap ve pideyi araya soktum, zort diye o kiloyu geri aldım. Zaten o kilolar sen verdikten sonra arafta bi yerlerde takılıyo ve her an senin onu geri çağırmanı bekliyo. Böyle bi fırsatı kaçıracak kadar aptal değil.

Demekki neymiş? Her nekadar yaşlanınca önden müzelik olacağını bilsen de, arkadan liselik görünmek istiyosan sporunu da yapcaksın, boğazını da tutcaksın, midendeki öküzü de kurban bayramını fırsat bilip keseceksin. Buda kendime ve benim gibilere öğüdümdür. Siz de şahit olunki sonra kıvırma şansım olmasın.

Bide naçizane önerim, aldığınız her bir kilonun 4 paket margarine eşit olduğunu düşünün. Mesela 3 kilo aldıysanız belinize yada totonuza 12 tane margarin sardığınızı, hatta ve hatta o 12 paket margarini ısıra ısıra yediğinizi düşünün. Böylesi çok daha tiksinç oluyo ve işe de yarıyo;) 












Sweat: Asos - Ön kısmını ben kestim :)
Etek: H&M
Ayakkabı: TopShop
Deri Ceket: Paris'te bi butikten
Çanta: Guess
Kolye&Bileklik: Koton

2012/10/08

Şimdi gözümde canlandılar


Geçen gün koku hakkında bi belgesel izlemiştim. Kokunun anılarla ilişkili olduğunu söylüyolardı. Bişeyi yada birini kokladığımızda aldığımız tanıdık bi koku, bizi taaa yıllar öncesinde bi anımıza ışınlayabiliyomuş.
Sonra düşündüm, hem ben zaten çok severim sürekli geçmişe ışınlanmayı, söylemiştim ya benim beyin aritmetiğim bu diye, hah işte o sebeple, kokularla bağdaştırdığım bir sürü şey hatırladım.
Neredeyse aldığım her kokunun bi anısı var, kokladığım an beni mutlaka bi zaman dilimine götürüyo.


Bende en çok etki bırakan kokulardan biridir mesela hacı yağı kokusu. Ne zaman o kokuyu alsam bi yerlerden, doğrudan rahmetli dedemin beni omzuna alıp çubuk kraker almak için bakkala götürdüğü zamana giderim. Yaş 3, bilemedin 4, en kötü ihtimal 5.

Kuruyemişçi yanından geçerken aldığım leblebi kokusuyla birlikte ilkokulda leblebi tozunu agzımızdan burnumuzdan çekip hönküre hönküre yediğimiz zamanları hatırlarım dün gibi.

Bi komşumuz vardı, Asiye abla. Onun evine ne zaman gitsek hep aynı koku vardı, tarif edemediğim yoğun bi koku, güzel değil, çirkin de değil, değişik işte. Sonra Asiye ablayı kanserden kaybettik. Ozamandan beri nezamanki bir restoranda, mağazada yada evde bu kokuyu alsam aklıma hep kanser gelir, orayı hemen terkedesim gelir, boğulcak gibi olurum.

Yağmur yağdıktan sonraki toprak kokusu demek benim için gri pazar günlerinde TRT3'te F1 izlemek, annemin yaptığı tarçınlı keki çay eşliğinde yemek demek, o yüzden de hala yağmur yağınca kek yiyesim gelir. Gerçi bunun anılardan ziyade benim pisboğazlılığımla alakası var ama sonuçta anılar da depreştiriyo, onun da etkisi var bence.


Yaş 4. Annem günlere beni de yanında götürüyo. En sevdiğim şeylerden biri kadınlar yanımda konuşurken onların o uğultumsu sesleri eşliğinde börekleri sarmaları götürmek, üstüne ıslak kek hüpletmek ve kapanışı alman pastasıyla yapmak. Aradaki kısırları, patates salatalarını filan saymıyorum. Hah işte o ortamdaki çayla karışık genel pasta kokusunu hiç unutmuyorum. Bide ilk kez vanilya paketini orda koklamıştım, kafam olmuş 1500. Anne diyorum bu ne güzel kokuyo, aynı da etipuf gibi ^.^ biz de alalım bunlardan (yaş 4 dedik dikkatinizi çekerim, evdeki kabartma tozlarını koklayıp bunlar niye güzel kokmuyo diye isyan ettiğim bi dönem). O gün bugündür hala dolabı açar açar koklarım vanilya paketini (bence utanmanıza gerek yok söyleyebilirsiniz, ben de kokluyorum diyebilirsiniz) ve her kokladığımda komşudaki altın gününü hatırlarım. 
Bide o teyzeler yanımda konuşurken tekli koltuklardan birinde uyuyakalmaya bayılırdım, ninni gibi gelirdi o konuşmalar. Hala da aklıma gelince bi mayışırım. Ama bunun kokuyla alakası yok tabi.

Bi gidince dönmek bilmiyorum ben de. Demiyosunuzki hiç çok konuştun yine, biraz makul bi yerde kes şu yazıyı diye.








Yani demem o ki çok tatlı okur, koku giderse anılar da gider! Aldığımız en güzel tatlar da yok olur!
O yüzden, sanki bigün koku alamıycakmışız gibi yaşadığımız her güzel anı not edelim, beğendiğimiz en güzel tatları kaydedelim bi yerlere. Neye benzediğini, ne koktuğunu nasıl anlatırsınız orasını bilemem ama belki bigün işimize yarar, bişey yapılır onunla. 

Kız çok hüzünlü yazdım yaaa, hiç de tarzım değildir aslında ama bugün niye böyle olmuşki, hayret.


Ha bu arada herkes bi silkinsin kendine gelsin artık. Tamam yaz bitti sonbahar geldi, evet yapraklar kızardı hatta dallarda yaprak bile kalmadı nerdeyse. Ama bu paylaşmamak için bi sebep değil, çıkın o saklandığınız yerden, herkes yazsın paylaşsın bişeyler, azcık enerjik olun yaa, herşeyi ben mi söyliycem (Yazar burda resmen kendisine kızmakta ve hatta kendini tutamayıp küfretmektedir, olayın sizle bi alakası yoktur. Ama yok ben çok alıngan bi insanım, ille de alıncam diyosanız siz bilirsinizdir).

Elbise: Asos
Ayakkabı: Sergio Rossi
Tütü: DIY (şurdaki elbisemi kesip büstiyer ve etek yapmak suretiyle ikiye böldüm)
Çanta: Mango