2012/04/30

Başkalaşım















Tarihteki söylentilere biraz kulak kabartırsanız göreceksinizki Kleopatra aslında hiç de öyle söylendiği gibi güzel, alımlı, efendime söyliyim "bizim mahallenin bütün delikanlıları ona hastadır" türünde bir kadın değilmiş. Hani bu yeni halime bakıp da naçizane bir benzetme ihtiyacı hissederseniz diye söylüyorum. 
Ne küt saçlıymış, ne de pırasa gibi perçemleri varmış. Güzelliğin kenarından bile geçmeyecek kadar çirkin bir kadınmış.
Cazibe diye bişey var bildin mi? Hah işte bu kadında ondan bolca varmış. Bide üstüne şimdi zekayı ekle.
Ondan sonra gelsin krallar, komutanlar:)

Ama işte bende o yok biliyo musun.

O yüzden de kleopatradan ziyade daltonlara, hatta daltonlardaki Co'ya benzetebilirsin beni. Tarzı biraz daha oturmuş, araya neon katmış, biraz da saçlarına ahenk vermiş bi Co. Grubun en ufak tefek adamı olabilir ama hala en zekisi, gıcığı ve komiği olduğunu unutmayalım emi canım benim.

Oldu o zaman.

T-shirt: Oxxo / Tayt: Atlas pasajından / Ayakkabı: Converse'lerimin boğazını kestim ve yazlık yaptım. / 
Kolye: Koton / Çanta: CK / Saat: Armani / Saçlar: Peruk :P

2012/04/28

Minikkuş 1 yaşında



Havadan nem kapmakla, öpüşmekle yada hasta birinin bardağından su içmekle bulaşan bi hastalık değil bu.
Öyle kulak burun boğaz gibi belli bi bölgede de nüksetmiyo. Vücuduna bi girmeyegörsün, heryerini ele geçiriyo. Ayak parmaklarından tut saçına hatta saçının şekline kadar.
Biçok organın farklı amaçlarla çalışmaya başlıyo bu vesileyle. 

Güzel bir yemek önüne getirildiğinde, eller çatal bıçaktan önce cep telefonuna gidiyo. 
"Ay ben bunun önce bi fotoğrafını çekiyim, çok güzel görünüyoo".
Evet zaten herkes o an senin ne yediğini merak ediyo, ne kadar biberli olmuş ya da sosunun kıvamı tutmuş mu yorum yapmak için tetikte bekliyo. İlgili mecralarda fotoğraf paylaşımını yaptıktan sonra el çabukluğuyla yeme kısmına geçiyosun. Ama artık kafan rahat, bu ulvi görevi hakkıyla icra ettiğinden eminsin, ötesi var mı.
Hatta bunun bir değişik versiyonunda ise, yanındaki kişilerin yemeklerinin sunumu çok güzelse onlar da tabaklarına dokunamıyo. Önce bi posta onların tabaklarının da fotoğrafını çekiyosun, sonra yemeleri için izin veriyosun. Maksat herkesin siniri hoplasın, gönüller bir olsun filan.

Kalın oldugu için sadece evde pijamanın üstüne çekerek giydiğin çoraplarını artık açık ayakkabılarla falan giymeye başlıyosun mesela, yani demem o ki göz bi başka görüyo artık o çorapları. Beyin de diyoki, daha mühim işlerle uğraşmak bi kenarda dursun, "hemen o çorabı şu sandaletlerinle birlikte giy, valla güzel olcaksın". Düşün yani beyin bile feleğini şaşırıyo. Öyle bi hastalık allah mıhafaza ( bu lafı da babannem çok kullanır. muhafaza degil mıhafaza olcak yannız, o konuda hassasız :P )

Eskiden olsa birarada görmekten hiç hoşlanmayacağın renklere artık sanki birbirleri için yaratılmışlar gözüyle bakıyosun. "Ohaaa diyorum pembeyle kırmızı bu kadar mı yakışır" gibi. Renk algıların da değişiyo yani.

Mesela ilginç şekilli bi ağacın yanından geçerken normal koşullarda "vay bee doğada ne güzel şeyler var kıymetini bilemediğimiz" gibi yeşilci yaklaşımlar içine girmen gerekirken "ayyyy bu ağaç tam post yapmalık" derken buluyosun kendini. Eğer ordan sadece bu tip bir iç geçirişle yürüyüp geçebiliyosan ne mutlu sana. Hala iyileşme şansın var çünkü. 
Ama sen zaten yanında bu tip durumlar için bir fotoğraf makinesi bulunduruyosan ve yer gök demeden her ortamı kendi stüdyon olarak kullanabiliyosan bu hastalık bütün vücudunu sen farketmeden çoktaaaan sarmış demektir sayın okur. Çok dikkat et. Çünkü bununla bir ömür yaşaman gerekecek.

İşte ben tam da böyle bir hal içindeyim 1 senedir, hastayım.
Ama bu hastalığın her bir semptomu ayrı neşe veriyo bana. 
"Aaaaa sanırım biraz daha ilerledi hastalığım" diyerek seviniyorum falan. 

Blogal enfeksiyon kapmışım ve vücudumun her yerine yayılmış. Kurtulmam mümkün değilmiş. İlerde çocuklarıma torunlarıma bile bulaşabilirmiş. 
Olsun.
Ha bide 1 senedir beni yalnız bırakmayan, hastalığımın ilerlemesine vesile olan, bütün bıdıbıdılarımı dinleyen herkes uzun yıllar yanımda olsun:)


Bana göre en amaçsız, en sevimli, en sıkılıp mıncırılası yaşlardan biridir 1.
Minikkuşa ve hepimize kutlu olsun ♥

2012/04/27

Aşırı doz bahar



Şaka maka, yalvara yakara, ıkına ıkına baharı saklandığı yerden çıkardık ya helal olsun bize. 
Biz burda güneş açsın diye elele tutuşup bahçede halay çekerken(bi çeşit yağmur duası gibi düşün), sen bahar, bütün o hafif esintiyi, o çiçekleri böcekleri, şeytan tüylerini, papatyaları topla gel. Bide bunlar yetmezmiş gibi o ağaçların en güzelini burnumun dibine koy. Biliyorum bi çıkarın var benden. Kesin bişey istiyceksin! 
Neyseki amaçsızca etrafta dolaşıp insanları rahatsız etmekten başka bi halta yaramayan etçil arıları da getirdin gelirken, hafifletici sebeplerin var.








  

"Bahar geldiğinde mi ben böyle olurum, yoksa böyle olduğumda mı gelir bahar" demiş ya hani Candan ablamız, hakkaten ne candan söyler o parçayı, ki kendisi aynı zamanda düğünümüzün pasta kesme şarkısıdır. 
Bunu neden anlattım, çünkü konumuz bahara bağlı olarak her evde gerçekleşen bahar temizliği, sonra o temizliğin vazgeçilmezlerinden biri olan cam silme seremonisi. Peki bu seremonide başrol oyuncusu kim? Tabiki cam bezi!
Evet konu giderek daralıyo. Nerdeeeeen nereye işte sevgili okur. 
Şimdi burdan konuyu iki ayrı soruya bağlıyorum.

Neden kullanılmayan atletler, hatta bazı kadınlarda don kullanıldığı da görülmekte, iki eşit parçaya bölünmek suretiyle cam silme görevini üstlenmiş? Bunu kim bulmuş, amacı neymiş, neden atlet?

Diğer aşırı merak ettiğim, hatta ilk gördüğüm zamanlarda saflığıma denk gelip anlayamadığım, tıpkı çocukluğumda "bir kadınla bir erkek aynı yastıkta yatarsa kadın hamile kalır"a inanışımdaki gibi bir şuursuzluk içine düştüğüm, ama baharın da gelmesiyle birlikte neredeyse her duvarda görmeye başladıktan sonra kafamda garip ampuller yakan ve sonunda bulduuuuuum! dedirten "koltuk tasarımı" adını kimin, hangi kafayla ve neyi neye benzeterek bulduğu!
Hadi bel fıtığı bile bi yerde amacını belli ediyo. Ama bunu anlamak mümkün değil. 
Sadece yazan amcanın el yazısından anlıyosun. Daha önce de o duvarlara adeta kartvizit gibi "bel fıtığı / tel: ..." yazan amca, çok belli. Demekki yönetim el değiştirmiş, 'kaldırın bu bel fıtığı yazılarını, artık döşeme sektörüne el atıyoruz, bundan sonra yeni sloganımız koltuk tasarımı yapılır ' demiş yönetici.
Ben de her sabah o duvarın önünden geçerken ermanı dürtüp 
"canım bak koltuklarımızın döşemesi de baya eskidi, püre de tırmaladı zaten, bak şurda numara yazıyo, bi arayıp sorsak fiyat alsak ya" demiyo muyum saf saf, kedi canımı benim!

Zaman kötü sevgili okuyan insan, kime koltuk tasarlatacağına çok dikkat et;)
Böyle de sosyal mesaj verir, öper, giderim.

Bluz&Ayakkabı: H&M / Jeans: Colin's / Çanta: Zara / 
Neon sarısı şey: Aslen H&M çocuk kemeri olup bileklik olarak kullanılmıştır. iyi günler.

2012/04/20

İpek kadınlar günü



Kadın diyince benim aklıma hep annem gelirdi küçükken. Onun yaptığı yemekler de otomatikman kadın yemeği olurdu. 
-Hadi yavrum bak bamya yemeği yaptım.
-Yok yemem ben onu, kadın yemeği o. Patates kızartması yiyebilirim ama.
Yani kadın kelimesi hep anneyi çağrıştırırdı bende. Her türlü nazını çeken, "anneeeeeaa bitti" dediğinde hiç düşünmeden gelip seni o çileden kurtaran, sen doyduğunda karnı doyan, sen hasta olunca ömründen ömür giden..
Kadın olmanın, anaç olmanın, ziyadesiyle çalışan hormonların sonucu olarak KADIN, en el üstünde tutulası, en pamuklara sarılası, küçücük şeylerle bile mutlu olabilen bir varlıktır. Yeterki sen onu sevmeyi bil.
Tamam cadaloz, eli maşalı, adamın anasından emdiği sütü burnundan getiren kadınlar da yok değil. Ama yukarda bahsettiğim yumuşaklıkta bir varlığın bu hale gelmesinin altında da elbet başka şeyler yatıyodur, onu kurcalamak gerek. 

Nasılki her başarılı erkeğin arkasında bir kadın varsa, 
eşi kravatını düzeltmeden, pantolonuna uygun ayakkabısını seçmeden evden dışarı adımını atamıyosa o adam,
her arızalı kadının arkasında da bir erkek olduğu unutulmamalıdır!

Kadın olmazsa aslında bu dünyadan hiçbir tat alamayacağını, sap gibi, muhtelemen de pislik ve düzensizlik içinde yaşayacağını düşünmeden onu hor kullanan erkekleri kastediyorum. Sanki onu bir anne doğurmamış gibi bilinçsizce davranan, kadını yaşamsal faaliyetler için sadece bir araç olarak gören erkekler.
Hani böyle ağzının ortasına yapıştırılası cinsten olanlar.
Hamile bırakana kadar herşey iyi güzel hoşken, çocuk doğdu mu tası tarağı toplayıp terk edenler yada terketmek yerine anne ve çocuğu düzenli olarak hergün dövenler.
Üzerinde sigara söndürenler, odun kıranlar.
İşte güzel yurdumun her yerinde, bu balta girmemiş ormanlarda yetişmiş kokuşmuş beyinli yaratıklara rastlamak mümkün. Üstelik de kumar gibi bişey. Tamamen şansa bağlı böyle bir adamla karşılaşmak.

Sen yıllarca aşk yaşa, sev, sevil, oh ne ala hayat. Sonra evlen, canavara dönüş. Kafasında yolunmamış saç, vücudunda morartılmamış nokta, elinde çekilmemiş tırnak bırakma o bakmaya bile kıyamadığın kadınının.. Bu nasıl bi insanlıktır, bir insan kalbini açtığı insana gün gelip nasıl böyle davranır aklım almıyo benim.

Ben bu tip konulara girince niyeyse çok sinirleniyorum. Heleki biraz olsun kadını cephe alan cümlelere giren birileri olursa etrafımda beni tutabilene aşkolsun.
Feminist değilim ama sonuçta kimsenin kimse tarafından ezilmesine de sessiz kalamam.












  Evet yanlış görmüyosunuz, kafam kadar bir sümüklüböcek var orda. Kendisi ODTÜ'nün içinden.

(fotoğraflar için Fido'ma teşekkürler  )

28 Nisan'da Grand Rixos Ankara'da, özellikle de güzel yurdumun her ana haber bülteninde ayrı bir versiyonuyla karşılaştığımız kadına yönelik şiddeti konu alan, Mor Çatı yararına düzenlenen bir aktivite var. Bu yıl ikincisi düzenlenen "İpek kadınlar" isimli bu organizasyonda dinleyici olarak ben de olacağım. Birçok ünlünün ve girişimci ismin katılacağı bu organizasyona katılmak ve bu vesileyle şiddet gören kadınlara bir parça olsun yardım etmek isterseniz davetiyenizi alıp bu keyifli organizasyonda yerinizi almanızı öneririm. 
Duyanlar duymayanlara duyursun, gidemeyenler gidebilecek kişilere haber salsın. 
Eee hayatın gerçekleri bunlar, hep gülcek oynayacak değiliz ya, arada sosyal mesaj da vermek, bilinçlenmek-bilinçlendirmek lazım diimi efem.
Hadi bakalım.

Bluz: Zara / Pantolon: Tiffany / Şal: H&M / Ceket: Mango / Gözlük: Ray-Ban 
Ayakkabı: Flo / Çanta: Asos / Bileklikler: Aldo

2012/04/16

Mimlenmek güzeldir:)





Mankenlerin tuvalete gitmediğini düşünenler var mesela. Büyüsünü bozmak istemiyolar besbelli. Yediklerini kendi içinde bi şekilde küçük moleküllere ayırıp adeta pembe bir toz bulutu gibi uyurken kulaklarından burun deliklerinden falan çıkardıklarını düşünüyolar sanırım. Bunlar, tıpkı dünyalar güzeli bi bebeği severken mutlu olup, onun aslında arka planda sepet sepet bez doldurduğuna, yediğini kustuğuna, sürekli pırtladığına inanmayan arkadaşlarla aynı kabileden. 
Bişey güzelse güzeldir arkadaşım, büyüsünü hiçbişey bozamaz onun. Bozuluyosa o senin çürümüş patates beyninden kaynaklanıyodur. Bi silkelen kendine gel derim ben.
Ha bunu neden paylaştım bilmiyorum, yazarken aklıma geldi söyliyim dedim, paylaşım olur dedim.
Esas konumuz o pek hazetmediğim mimlenme konusu. Bizim çatlak reyhan eğlence olsun demiş, saçma sapan sorularla beni başbaşa bırakmış, sağolsun. Burdan kendisini öpüyorum. 
Evet soru-cevap şeklinde hızlıca ilerleyelim o zaman. Akabinde küçük bir quiz yapcam ona göre dikkatle dinleyin, not alın.




1. Yemek olsan ne yemeği olurdun?
Tabiki zeytinyaglı taze fasülye! Hem sıcak güzel gider, hem soğuk, ister ekmekle ye kütür kütür, ister yanında çay iç. İster yazın ye, ister dizine battaniyeni serip kışın ekmeği suyuna bandıra bandıra ye. Kız zeytinyağlı fasülyeden bahsediyoruz, onu sevmeyen var mı çok pardon ama?


2. Müzik aleti olsan hangisi olurdun?
Kanun olmak isterdim. Bi türlü çalamadım, bari olayım. Nasıl güzel gider özellikle de çakır keyif kafalarda kanun eşliğinde söylenen şarkılar, yenilen yemekler, yapılan sohbetler. İlla sarhoş olmaya da gerek yok, o devreye girince zaten otomatikman bi sarhoşluk hali baş gösterir bedeninde ve ruhunda. Tellerimle baş döndürmek isterim. 


3. Araba olsan hangisi olurdun?
Marka bağımsız söylüyorum, şöyle yol tutuşum iyi olsun, gaza bastınmı böyle koltuğuna yapıştırsın, keyiften kontağı kapatıp inesi gelmesin sahibimin. Maksat sadece ayağımızı yerden kessin değil diye düşünüyorum ben:) Şimdi lütfen burdan +18 anlamlar çıkarmayın, şu an arabayım ben, koyuna odaklanalım:) ama isteyenler konuya da odaklanabilir tabi, herkes serbest. 


4. Aylardan hangisi olurdun?
Tabiki temmuz. Terden vıcık vıcık olmaya ramak kala, ağustosun dibinde, hazirandan daha yüzülebilir, oooo daha temmuzdayız, ağustos var eylül var gibi kendimizi bol bol yazın bitmeyeceği konusunda içsel olarak rahatlatabileceğimiz ay. Temmuz olayımki herkes dört gözle gelmemi beklesin, herkes bana göre plan program yapsın. Herkes üzerine rahat bişeyler giysin benim için ahaahaha:)






5. Ayakkabı olsan hangisi olurdun?
Babet olurdum, minicik turşucuk. İster çoraplı giysin ister çorapsız, herşeyle uyarım. Hem bikere rahatım. Güzelliğinizden ve şıklığınızdan taviz vermeden gayet rahat yürüyüş yapabilir, dans edebilir, düğüne gidebilirsiniz. Beni giyin:)


6. Kıyafet olsan hangisi olurdun?
Tabiki babanne hırkası olurdum. Hani böyle kahverengi tonlarında olur, puf puftur, sıcacıktır, kocamandır. Hah işte o olabilirim. İçini ısıtan, güven veren, enine örttüğün zaman ayak parmaklarına kadar heryerini kapatabilen adeta bir battaniye gibi. Ne zaman Samsun'a gitsem o duyguyu hissederim. Anne babanın kanatları altında bulunmanın verdiği rahatlık, sorumsuzluk, huzur ve de güven. İşte bir hırka nelere kadir görüyosunuz sayın okuyucular. Hemen bir babanne hırkası edinin, gerisini düşünmeyin ;)







7. Renk olsan hangisi olurdun?
Pembeyim ben. İçimde pembenin her tonu vardır. Bazen uçuuuuk bir pembe olur bendimi çiğner aşarım. Bazen çingene pembesi olur kafa şişirir, beyin ütülerim. Bazen şeker pembesi olurum, allahım o nasıl bi tatlılıktır öyle ^.^ Ya da bi bakmışsın kopkoyu bi pembeyim, içim kıyılmış, beklemekten rengi atmış reçele dönmüşüm.
Ama neticede pembeyim yaa, ne kadar kötü olabilirimki. Yerim beni yer 




8. Hayvan olsan hangisi olmak isterdin?
Tabiki ev kedisi. Yediğim önümde, yemediklerim tüylerime yapışmış bi şekilde evin içinde istediğim gibi böğüre böğüre gezmek, yeme-içme-boşaltım-uyku dörtgeninde yaşarken arada en sevimli hallerimle anneme babama ballarımdan yedirmek, onlarla saklambaç oynayıp canlarını çıkarmak, türlü sevimliliklerle istediğim herşeyi herkese yaptırabilmek isterdim. Teşekkür etmek için sırt üstü yatıp göbüşümü göstermem yeterli üstelik, hayata gel ^.^


9. Şu an okuduğun kitabın 137. sayfasında neler var?
Şu an okuduğum kitap yok ama taze bitirdiğim bi kitabım var, "Şahane Hatalar". Tahmin ediyorumki 137. sayfasında kesin ben rahimağzı kanserinden ölmek üzere olan ve eşi tarafından çok sevilen bir reprezantım. Yada uyuşturucu bağımlılığından sonra kendini dine adamış bir rahibe olarak kötü adamları öldüren bir tarikata üye olduğum kısıma denk geliyo da olabilir 137. sayfa. Ama her halükarda ölüyorum orası kesin.


Şaka gibi bir mimin daha sonuna gelmişiz hiç söylemiyosunuz.
Gidiyim o zaman ben, patronumun banka hesabında biraz daha fazla parasının olması ve daha güzel ülkelerde tatil yapabilmesi için para kazanmam lazım. Kalın sağlıcakla.

2012/04/15

"Boom"ba gibi bir gün

En sevdiğim mevsimdir yaz. Bütün bir kış boyunca donan totoların ziyadesiyle ısınmasından mıdır, böyle tiril tiril gezmeye başladığımızdan mıdır, yoksa kavun karpuz çilek veeee erik mevsimi olduğundan mıdır bilmem bi başka severim yazı.
Ama bu postun yukardakilerle aslında en ufak bir alakası yok. Sadece "sona kalan dona kalır" durumunun bir örneğiydi.

Sen git buluş o güzelim insanlarla, saatlerce ye iç konuş ve yarıla yarıla gül, etraftakilerin "bunlar manyak mı ne? birsürü insan bi araya gelmiş neden birbirlerinin fotoğrafını çekiyoki? birine makineyi verip -pardon bi zahmet bizi çekebilir misiniz? demek akıllarına mı gelmiyo?" şeklindeki düşüncelerine aldırmadan fotoğraf çek, ondan sonra da ha yazdım ha yazıcam derken bu türlü yazama. Yemiyenin malını yerler demiş babannem, hakkaten öyle. Herkes yazmış, döktürmüş. Şunu şunu yaptık, aman efendim pek eğlenceliydi, nası güldük nası güldük anlatamam diye. Baktım herşeyden bahsedilmiş (Funda'nın, Zülal'in, Kubilay'ın, Ahmet'in veeeeee şahane misafirimiz Boom'un yazıları), ben de kavun karpuzdan filan bahsediyim dedim. Sonuçta mevsimi gelmiş, sabah akşam bütün yemek masalarında olmazsa olmaz meyvelerimiz, bide üstüne bütün gün masa başında oturduğumuz için mecazi anlamda kavun karpuzla çağrışım yapıyor olmamız da yeterli bi sebep.
Ama bi yerde tıkanıyo tabi insan. Bi yerlere bağlamak gerekiyo konuyu. Güzel bir nedene bağlama sanatı vardı, Hüsn-i Talil, bildin mi? Öyle geldi aklıma.
Toparlıyorum şu an.


O gün incecik belli, kocaman kocaman gülücükleri olan, içinin güzelliği dışına yansımış, Ankara'nın havasını uzun yıllar soluduğundan olsa gerek bi hemşeri sıcaklığıyla hepimizin içini ısıtan güzeller güzeli Boom burda, tam da yanıbaşımızdaydı. Sosyal medyadaki kuş gibi bıcırdayışının aslında hakiki olduğunu, bizim gibi konuşan yiyen içen normal biri ( :) ) olduğunu ve alçakgönüllülüğünü canlı canlı gördük. Misal şu gülüş.


Sonra mesela hayatımda ilk kez uçak yapan biriyle tanıştım, hatta kendisi sosyalmedyada da uçak yapmasıyla tanınıyo:) Gerçi henüz kağıttan yaptığı uçak gemisi dışında bi numarasını göremedik ama ilerde bi tur uçağıyla gezdirir bizi diye düşünmekteyiz. Hah tabi bide adı var, Ahmet:)
Sonra birbirinden komik ve keyifli yazılarıyla hepinizin tanıdığı Tuna, nam-ı diğer Modafobik de ordaydı. 
Sonra bide bizim hiç değişmeyen Ankara kadromuz var tabiki, medarı iftiharımız Kubilay'ından sarı şekerimiz Zülal'e ve diğer sarı şekerimiz aynı zamanda da canımız ciğerimiz olan Funda'ya kadar :)

En iyisi ben susayım gözlerim konuşsun. Hadi o zaman.














Şimdi biz Ankaraspor olarak, Boom'un yapacağı yeni bir Ankara planının ve akabinde eymirde yapacağımız deliliklerin hayalini kurmaya başladık bile. Arz ederiz