2012/06/28

Betonkuş


Yolculuk sırasında, ki muhtemelen de bir daha hayatı boyunca hiç bir zaman konuşmayacağı  teyzeye "iyi yolculuklar" derken çıkardığı o saçma ses tonunu telafi etmek için muavinin "su ister misiniz" sorusunu beklemeden "hayır teşekkürler, ben almiyim" diye cevaplayarak, aslında biraz önce çıkardığı gibi bi sesinin olmadığını teyzeye ispatlamaya çalışan insan modeliyim ben.

Ama aynı zamanda, yine o yolculuk sırasında, normal koşullar altında kesseler uyumayacak kadar dirençli olan bünyesi ne hoş bir şekilde uykuya yenik düşmüş olan, uykusunun taa en derin yerindeyken o teyze tarafından dürtülüp (bu sırada teyzenin elinde bi paket tatlı, bi paket de tuzlu bisküvi bulunmaktadır) "hadi yavrum al bu bisküvileri yersin" diye uyandırılan, uyku sersemliğiyle "yok yok, benim ihtiyacım yok" diye saçma bi açıklama yapan, buna rağmen ısrarlara ve dürtmelere devam eden teyze karşısında pes ederek iki paket bisküviyi de kucagına koyup kafasını devirerek hiçbişey olmamış gibi uyumaya devam eden bi insanım.



Sonrasında rahatsız koltukta uyumaya çalışmaktan yorulup koltugumu dik, masamı kapalı konuma getirmiş, kulaklığımın kablosunu sarıp muavine teslim etmek üzere ön koltuğun filesine yerleştirmiş son derece kurallı bir yolcu olarak camdan dışarıyı seyrederken, yine aynı teyze tarafından dürtülüp, ki bu teyzenin facebookta herkese "poke" yapan sapıklardan biri olma ihtimali oldukça yüksek bence, "yavrum bak otobüse bindiğinden beri ağzına lokma koymadın, bak kaç saat oldu, bişeyler atıştır bari, tansiyonun düşçek. Zaten bi lokmacıksın.." gibi annemden de öteye geçmiş, nerdeyse muavine biberon verip benim için süt ısıttırcak noktaya gelmiş bi takım duygusal bağ kurma çalışmalarına maruz kalınca ani bir hareketle "höyyyyt yani teyze, bi orda dur allasen, ne bi lokması, ne bisküvisi, hangi biberon!?!???" diyen bir yüz ifadesine büründüm. O anladı. Sonra sustu. 

Sonra bi baktım ilginç el kol hareketleri yapmaya başladı. Öne doğru eğilmeler filan. Bu kez de ben panikledim acaba tansiyonu mu düşüyo teyzenin diye. Kolundan filan tuttum. Meğer namaz kılıyomuş. İşte o an babannemi gördüm. Bi kalpli baloncuklar, bi sevgi kabarcıkları belirdi kafamın üstünde. Çocukluğuma ışınlandım anında. 
Eğilip kalkamadığı için oturdugu yerden namaz kılan babannemin etrafında salak salak oyun oynamalarımız, önünden geçersek çarpılırız diye önüne geçmemeye özen göstererek ama bi yandan da babannemin dikkatini dağıtmaya çalışırcasına bi haşaratlıklar, bi serserilikler. Amacımız da neyse. 
Sonra bi baktım gelmişiz. Zaten teyzenin bana "kaç saattir ağzına lokma koymadın" dediği zaman dilimi de ortalama olarak 3 saate tekabül ediyodu..







     


  


     

Ben mi garibim, bütün gariplikler mi beni bulur, yoksa size anlatmak için malzemem olsun diye evrenin bana yolladığı bi takım saçmalıklar silsilesi midir nedir bu, anlamadım.

Hani siz hep bana soruyosunuz ya "böyle ilginç, komik, ama hepimizin başına gelen şeyler nerden geliyo aklına?" diye, işte tam olarak böyle oluyo :)

Elbise: Park Bravo
Ayakkabı: Zara
Çanta: Kızkardeş hediyesi

2012/06/26

Kuki


Meraba ben Kuki. 
Bundan tam 18 ay önce dünyaya gelmiş, 2 arka ayak ve 2 ön pati olmak üzere dört çekerli bişeyim ben. Bişeyim diyorum çünkü kedi ırkına benzemiycek kadar güzel, köpek olamayacak kadar uzun tüylü ve süt beyaz olamayacak kadar kirli bi pamuğum.
Hayata gözlerimi açtığım ilk günden beri ağzıma giren tek lokma ya süt, ya su yada kuru mama olmuştur. Tamam itiraf ediyorum ödül mamaları ve kaşar peyniri konusunda da alt edemediğim zaaflarım var. 
Çayın tam olarak ne olduğunu bilmiyorum ama doğuştan üstüme çay dökülmüş gibi lekelerim var üstümde başımda. 
Sorsan güya beyaz kadın yapmışlar beni. Ama kulaklarım, kuyruğum ve patilerim kahperengi. O yüzden de teyzem ve annem bana hep çaylı kız diyo. Yada kahpe diyolar. Yok yaa düşündüm de benim kukiden başka milyon tane adım var. O yüzden bana ismimle hitap ettiklerinde değil de daha ziyade "al kızım" dediklerinde bakıyorum onlara. Sonuçta "al" diyolarsa işin içinde mutlaka boğaz var demektir ve ben de oldukça yemeğe düşkün bi tız olarak bu konuda hassasım. 
Zaten ne lüksüm varki yemek-içmek ve zıçmaktan başka.


Tamam hadi yine yakaladınız beni. Karakter sahibi bi hisip olduğumdan olsa gerek, arada eve gelen misafirlerden hoşlanmassam gidip totomun rahat edebileceği herhangi bi yeri kendime seçip oraya imzamı atabilirim işeyerek. Bu da benim yapım sonuçta. 
Asilim. Asaletim gereği de bazı bedeller ödemesi gerekiyo annemle babamın. 
İlgi odağı ben olmalıyım. Ben evdeyken başkalarına nasıl ilgi gösterebilirler! 
Gayet bana yedirebilecekken, o güzelim kaşar peyniriyle neden başkaları için pizza yapsınki annem. Düşündükçe bile asabım bozuluyo, ateşler basıyo, karnımı soğuk taşlara dayayıp yayılasım geliyo.
Gerçi benim yayılmak için, ister yüzüstü ister sırtüstü farketmez, hiçbir sebebe ihtiyacım yok. Vücudumun yapısı gereği toparlak bi yaratık olduğumdan mütevellit, her daim yuvarlanan çığ gibiyim.
Üzerime yapışmış "a a noluyo orda" , "yok artık" ve "efendim?" görünümlü şaşkınlık hallerim benim bonusummuş, teyzem öyle diyo. Ne kadar salak görünürsem o kadar tatlı oluyomuşum.


Elektrik süpürgesinden, tıpkı kuzenim Püre gibi ben de çok korkarım. Hayır nedendir bilmiyorum ama süpürgeyi geçtim, artık öyle bi manyamışımki, Vileda bile görsem tırsıyorum, kaçacak delik arıyorum. Bana herşey süpürgeyi hatırlatıyo.. Temizlik günlerinde benim de kaçış noktalarım oluyo haliyle. 
Süpürge salondaysa ben o sırada mutlaka evin diğer ucundaki yatak odasında yatak carsafını burnumla kaldırmak suretiyle çarşafın altında gizlenmekteyimdir. Dışardan bakınca yatağın üstünde kocaman bi çıkıntı oluşturuyo olabilirim. Ama bu süpürge canavarının beni göreceği anlamına gelmez. Süpürge canavarlarının gözleri kördür, sadece ses çıkarırlar.


      
   
Ne anlatcaktım nereye geldi konu. Neyse en azından beni tanımış oldunuz azcık.
Diyorumki ben teyzemi çok seviyorum. Mesela başkasının kucağında, hatta buna çoğu zaman annemle babam bile dahildir, dakka durmam, hemen kaçar, totoma uygun yer seçer ve orda yatarım. Ama teyzemin kucağı bana huzur verir hep. Onun gıdımı okşaması, yumuşak yumuşak sevmesi, totoma pıt pıt vurarak benimle oynaması falan.. bunların hepsi motorumu çalıştırmam ve mırıldayarak saatler geçirmem için kaçınılmaz fırsatlardır. Ben de bu fırsatları dibine kadar kullanırım. Yok efendim totom büyükmüş, yok göbüşüm niye o kadar tontikmiş falan, hiiiç öyle şeyleri takmam. Bunların bana sunulmuş birer nimet olduğunu, bu sayede bu kadar popüler olduğumu bilirim. Tamam hadi yine yakaladınız beni. Ben de bu aralar çok mu dalgınım ne, sürekli açık veriyorum. Evet gözlerimin mavi olmasının ve kirli de olsa pamuk görünümlü olmamın da popülaritemdeki etkisi hafife alınmayacak kadar büyük.

Teyzem süpriz yapmış, sırf beni çok özlediği için kalkmış bize gelmiş taa Ankara'lardan. E bildiğim kadarıyla bi blogu da vardı onun. Dedim teyze hadi gel bizim sitede sana bi çekim yapalım, annemler tasmamı takarlar ve böylece başka kedileri görünce peşlerinden de koşmam. Gerçi benim koşmak gibi takıntılarım da yoktur, acelemiz mi var, yürüyerek niye gitmiyoruzki diye düşünürüm.
Neyse, dedim çekim yapalım, hadi madem sen pembe giymişsin o zaman bana da pembe tasmamı taksınlar. Hem bayadır arz-ı endam da etmemiştim, bi şöyle salınmış olurum ele güne karşı diyerekten teyzemle çok keyifli bi çekim yaptık. 
Ordan çok suratsız görünüyo olabilirim ama biz çok eğlendik aslında. Öz babama çekmişim galiba, yada anneme, ikisini de tanımıyorum zaten. Onlardan birinden geliyo kesin benim bu agresif bakışlı tipim. Yoksa o suratımın altında da adeta makyaj temizleme pamuğu kıvamında bir ben olduğunu bilmenizi isterim.
Totoma dokunmadığınız ve kaşar peynirimi yemediğiniz sürece hepinizi sevebilirim. Öyle de sıcakkanlı bi kediyimdir -.-

2012/06/25

Kuşlar doğar, büyür ve uçar.


Herkesin hayattan farklı beklentileri oluyo işte.
Kimi maddeye önem verir, şu marka arabam olsun, şurda evim olsun, hesabımda da şu kadar param oldu mu benden mutlusu olmaz der.
Kimisi etrafında sadece kaliteli dost ister. Seni sen olduğun için seven, iyi günde kötü günde her zaman yanında olacagına emin olduğun, işi düştüğü için seni sürekli pohpohlamayacak türden insanlar.
Kimisi aman evleniyim, hemen çocuk yapayım, çocuğumla mutlu mesut yaşayayım, onun sevgisiyle büyüyüp kocaman olayım ister.
Kimisi de yalnız kalmaktan hoşlanır. Nerde çokluk orda bokluk hesabı, karmaşayı sevmez, herşeyi tadında, az ve öz yaşamayı sever.
Ama aslında hepsinin ortak bi noktası vardır. Bir şekilde mutlu olmak.
Ve kimse bilmez mutluluğun bir üst limiti olduğunu, istese de belirli bir seviyenin üstünde mutlu olamayacağını. Hep daha fazlasını ister. İsterki, daha fazlasına sahip oldukça mutluluğunun da o oranda artacağını düşünür. 
Aslında basit bi insan yaratığı için oldukça kabul edilebilir ve düz bir mantıktır bu. 
A ve B noktasından yola çıkan iki insanın hızlandıkça birbirlerine daha kısa zamanda yaklaşacağını göremeyen, hız değeri arttıkça aradaki mesafenin de artacağını düşünen, hayattaki ters orantıların farkında bile olmayan insanların yaşayış şeklidir bu.
Zamanın geçtiğini ve geçen her dakikanın doya doya yaşanması gerektiğini düşünemeyen, günlük hayatın telaşı içinde boğulmaktan etrafındaki güzellikleri fark edemeyen, hayatın bize verilmiş ne büyük bir nimet olduğunu göremeyen insanların felsefesidir bu.

Ulan minikkuş büyümüş de boyundan büyük laflar etmeye başlamış demeyin diye sözlerime burda son veriyorum.
Somut şeylerle değil, soyut ama varlığını hep hissettiren şeylerle beslenmeyi, onlarla mutlu olmayı sevdim ben. 
Ne şanslıyımki blogum sayesinde benim gibi çok sayıda insan tanıdım.. Ailem gibi oldular, üzüntümde mutluluğumda hep yanımda oldular, oluyolar ve herzaman da böyle olacaklar buna eminim..
Kendimi bişey sanmama(!) izin verdiğiniz, beni minikkuş olarak her halimle sevdiğiniz ve bir şekilde hayatıma girip hep mutlu olmama vesile olduğunuz için teşekkür ederim hepiciğinize.
Bugün benim doğumgünümmüş, şımarmaya ve şımartılmaya en açık olmam gereken günmüş. 
Öyle dediler:)

2012/06/19

Çocukluk şeysi


Meraba arkadaşım, 
-yoksa sen de küçükken kardeşinle aynı anda dondurmasını yemeye başlayıp ondan önce bitirip, onun dondurmasına sulanan ve allem edip kallem edip onun dondurmasını da yiyenlerden misin?

-Yada şarkı sözlerinin anlamadığın yerlerini kafasına göre değiştirip, hatta bi noktadan sonra orjinali oymuş da ekranlarda söylenenler çarpıtılmışıymış gibi hisseden, o hiçbir anlam taşımayan sözleri öylesine benimseyenlerden misin?

-"Ne bir kürk ister bu şen gönlüm, ne bir han ne de saray lay lay la la layy" diye giden şarkıyı yıllarca
"ne bir kürk ister bu şen gönlüm, ne bir handeli saray.." diye mi bildin? hande de kimmişki saray onsuz olmazmış diye çok mu içerledin küçük bi çocukken..



-Yada mezdekenin bütün şarkılarında düzenli göbek atmış bir neslin çocuğu olarak bütün o arapça şarkıları duyduğun gibi ezberledin mi? sonra da yüzü peçeli ama dansöz kıyafeti giymiş ablalar televizyonda bi yandan yılbaşı gecesine özel dans edip bi yandan şarkı söylerlerken onlara eşlik ettin mi televizyonun diğer yanından, önünde de bingo yapmana sadece 1 rakam kalmış tombala kağıdın dururken..

-Anne terliği diyince kafanda bişeyler canlanıyo mu seninde?



- İspanyol paça pantolonun olmazsa olmazı ispanyol kollu gömlekleri hatırlıyo musun? Hani böyle giydiğin zaman sana kendini Erol Büyükburç gibi hissettiren o kendinden tarlatanlı kolları olan gömlekleri..

- Kadife ipliklerle örülmüş renk renk desen desen kazaklar sana bi şey çağrıştırıyo mu?

- Aynı yünden örülmüş tayt ve kazak takımın oldu mu hiç?

- Peki simon ne biliyo musun? Hani o kadınların saçlarını önden toplayıp biber dolması gibi kafalarının tepesinden tel tokayla tutturduğu o korkunç şeye tanık oldun mu?



- Çizi ve haylayfın dünyadaki en güzel iki bisküvi, balık krakerinse en muhteşem kraker olduğunu, tombi'nin sadece bakkallarda satılan ve kan ter içinde kalınmış oyun aralarında anneden koparılan bozuk paralarla alınan bir çıtır çerez olduğunu düşün mü o minicik kafanda?

- Bir kola şişesinin nelere yol açabileceğini, "cesaret"i seçersen gerekirse dersin ortasında arkadaşının sırtına çıkıp sınıfın içinde tur attıracak kadar akla zarar ama bir o kadar da adrenalini bol bir spor aracı olarak kullanıldığını gördün mü?


  

 


Bunların biri yada birkaçı değil, hepsini biliyo olman lazımki seni kabilemize kabul edelim. 
Ki zaten bunların birini bilen biri, en az diğer beşini de biliyo demektir. 
Bilmiyosan "Sie" anlamına gelmiyo tabi, öğrenmemek ayıp sonuçta.

Hadi dökün siz de eteğinizdekileri, kimbilir neler vardır sizde de:)
Bekliyorum ben, acelemiz yok nası olsa.
Hadi bakalım o vakit.

Bluz: Park Bravo
İspanyola: Oxxo
Çanta: CK
Mekan: evet Beypazarı :)

2012/06/18

Beypazarı kuruları


Şimdi sizin aklınıza Beypazarı kelimesini görür görmez birbirinden sevimli beyaz boyalı ve ahşap çerçeveli evler geldi biliyorum. Sırf bu yüzden şu harabeyle başliyim dedim konuya, ki anlaşılsın olaya farklı bi açıdan bakacağım. Beypazarı diye iki google'lasan milyon tane beyaz ev geliyo zaten, ne gerek varki şimdi onları burda bi yandan, bi sağdan, iki soldan göstermeye. Gir araştır azcık arkadaşım.

2012/06/13

Eğitim şart.


İşin aslını anlatmadan önce sizinle okurken çok eğlendiğim, hatta ciddi ciddi ofiste kahkaha patlaması yaşadığım bi fıkrayı paylaşıcam. Evet ilk kez bunu ezberledim ve okuyalı 15 gün olmasına ragmen hala unutmadım. Her önüme gelene anlatıyo olmam da bi sebep olabilir belki kimbilir.
Cem Boyner bu fıkrayı tüm çalışanlarına göndermiş. Bakalım ne demiş. Oynat uğurcum:


Doğu illerindeki bir ağanın en büyük zevki kar üzerine çişiyle imzasını atmakmış. Bu nedenle kar yağmaya başladığı zaman köyde hayvanlar dahil hiç kimse sokağa çıkamazmış. Kar biraz kalınlaşınca ağa sırtına kürkünü giyer ve köy meydanına gelirmiş. Yanında da en yakın yardımcısı Haso.
Ağa sırtını köye doğru döner ve sonra sorarmış:
- Ula Haso ahali bakıyo mu?
Haso cevap verirmiş:
- Evet agam, hepsi bir olmuş pencelerden bakıyo.
Ağa çişiyle karın üzerine imzasını atarmış "Abdullah Cizrelioğlu". Sonra da bir nokta koyarmış ve sorarmış:
- Hala bakıyolar mı?
-He agam, hem bakıyolar hem de çılgın gibi alkışlıyolar..

Her sene aynı tören sürermiş.
Aradan 7 yıl geçmiş.
Ağa yine kar tuttuktan sonra çıkmış köy meydanına, sormuş Haso'ya:
- Ahali bakıyo mu?
- He agam bakıyolar, köpekler kediler bile camdadır.
Ağa "Abdullah" diye adını, arkasından "Cizrelioğlu" diye soyadını yazmaya başlamışki kalakalmış, çünkü yaş gereği prostat! Halka rezil olmak var. Alçak sesle Haso'ya sormuş:
- Bakıyolar mı?
- He agam bakıyolar da sen niye durdun öyle?
Ağa çaresizce:
- "Ula gel yanıma, arkanı dön ahaliye, tamamla şunu" diye emretmiş.
Haso bir an durmuş, sonra çişini yapmaya hazırlanmış ve ağanın kulağına eğilip:
- "Ağam" demiş, "Kırk yıldır kafama vurdun salak dedin, sırtıma vurdun aptal dedin. Ha bu kulun okumayı yazmayı sökemediki, hele bi tut şunun ucundan da yazının devamını sen yaz."


Demekki neymiş bebeklerim benim, eğitim şartmış :)
Sen yanındakini eğitmezsen, ben bildiklerimi paylaşmazsam, öteki kendine müslüman olursa nolurmuş? Onu da ben söylemiyim, yukarda ne olduğu oldukça açık sanki:P



  




  


  

Peki bunu neden anlattım diye bi düşünce kabarcığı görüyorum orda, hadi sen patlatmadan o baloncuğu ben söyliyim. 
5 yaşımdan beri elimde hep bi makas, bi iğne iplik, her an bişeyler icat etme güdüsüyle annanemin yanında çekirgeliğe başlamış, sonrasında annemin eğitmenliği eşliğinde devam etmiş, halamın yaratıcı bünyesine de biraz sürtündükten sonra böyle garip bişey olmuşum ben.
Herşeye "bişey yapılırki bununla" gözüyle bakan ben, üzerimdeki t-shirtü tam da sıkılmışlık ve bezginliğimin etkisiyle kenara kaldıracakken "dannnkk!" diye bi şimşek çakmasın mı kafamda! Ben bunun kollarını keser, artan kumaşla da t-shirtümü arkaya dogru toplayıp fiyonk yaparım dedim.
Düşünmesi 3 saniye, yapması 2 dakika.

Öyle yani.
Olduuuuu o zaman da.

Etek: H&M
T-shirt: H&M modifiye:)
Kolye: O da H&M
H&M bana bağış yapmış gibi olmuş ahaaha:))
Ayakkabı: ALDO
Çanta: Guess

2012/06/08

Bir kış hikayesi


Adamın biri Erzurum'da bir cafeye oturmuş ve çay istemiş. Çay gelmiş ama içinde çay kaşığı yok. Adam garsona "pardon beyfendi, burda çay kaşığı göremedim" demiş. Garson  oldukça kendinden emin ve küstah bir ifadeyle:
"efendi çay mı içecen çorba mı" demiş.
Şimdi yukardaki fıkrada ana fikrin "kıtlama" olarak tabir edilen, küp şekerin daha bir sıkıştırılmış ve bi parça ısırılıp bi yudum çay içilen versiyonu olduğunu anlayan herkes eminim çok güldü. Çünkü Erzurum'da, hatta doğudaki birçok bölgede çay şekersiz içilir, bu yüzden yanında kaşık da gelmez. Kıtlama getirirler yanında, bi onu ısırırsın bi çay içersin. Öyle bişey. 


Peki ben bu konuya nerden geldim? Geçen gün matematik içimizde konulu postumda matematikten hayli bahsetmiş olmamdan kaynaklansa gerek, bazı arkadaşlar diğer derslere de deyinmemi istemiş. Ben de fidomun istediği olsun dedim ve coğrafyayı seçtim. Ama şimdi burda küçük ölçekli kroki çizecek halimiz yok. Benim de aklıma geçen sene kış olimpiyatları vesilesiyle oldukça zaman geçirdiğim Erzurum geldi, onu anlatiyim dedim. 
Aslında çoğu zaman çok sıkıcı olarak tabir edeceğimiz bir il olmasına rağmen, yeme-içme anlamında öyle zengin, insanları öyle hoşgörülü ve naifki, hakkaten şaşırıyosunuz. Ulan ben kendi memleketim Samsun'da mahallemizdeki adamda bile bu sıcaklığı görmedim dedim mesela ben kendim (burda ekstra kelime kullandım ama güzel oldu bence).
Cağ kebabı olsun, kadayıflı tatlısı olsun, çorbacıları olsun gitmeye, denemeye ve sırf bu tatlar için orayı tekrar ziyaret etmeye değer;) Ha bidaha gider miyim gitmem. Çünkü gereksiz soğuk.
Mesela insanlar anayolun ortasından yürüyo bildiğin. Bi allahın kulu da çıkıp kornaya basmıyo, "lan bi kenardan gitsene" diye arabanın camını indirip çemkirmiyo o yayanın yanından geçerken. Ben de diyorumki "adamlardaki genişliğe rahatlığa gel. Ben burda yaşasam sinirden hasta olurum!"
Meğer sonradan öğrendim insanların buzlanma yüzünden kaldırımdan gitmediğini, evlerin balkonlarında ve çatılarında oluşan sarkıtların yere düşüp kafa deldiğini. Bu yüzden olabildiğince evlerden tabelalardan uzak, yani özetle yolun ortasından yürüyomuş insanlar.


Bu da size genel kültür olsun, bi arkadaş meclisine girerseniz önce yukardaki fıkrayı anlatır gülersiniz, sonra da burdan öğrendiklerinizi anlatırsınız, paylaşım olur. "yahu bu kızın/çocuğun da bilmediği bişey yok haa" diye arkanızdan konuşurlar fena mı:P







  

  
  
  

  


Dam üstünde saksağan misali konuyla uzaktan yakından alakası olmayan fotoğraflarımın akşam 9'da çekildiğini belirteyimki günlerin bu kadar uzamış olmasının ne muhteşem bişey olduğunu görelim, bu durumdan dibine kadar istifade edelim, öğleden sonra 3'te top patladığı zamanları hatırlayıp uzun gündüzlerin tadını çıkaralım diimi canlarım benim.
Oldu o zaman.

Elbise: Mango
Ayakkabı: Nine West
Kolye: Koton